15.İstanbul Bienali “İyi Bir Komşu” başlığıyla 16 Eylül’de kapılarını açtı. Dünyanın en eski ve merakları en fazla cezbeden Venedik Bienali ise 13 Mayıs’tan bu yana ziyaretçilerini ağırlamaya devam ediyor. Bugün itibarıyla tüm dünyada 300’den fazla bienal, bazen benzer bazen de farklı iddia ve vaatlerle yol alıyor. Bienallerin, sanat dünyasındaki duruşları ve küresel ekonomideki yeri üzerine ise tartışmalara taşınan birkaç ana başlık var.
Bienallerin kavramsal ve toplumsal olarak sığdırabileceğimiz farklı anlamları var. En yaygını elbette, iki yılda bir düzenlenen çağdaş sanat etkinlikleri olmaları. Farklı kurumlar ve toplumla taşıdığı bağlar üzerinden bakıldığında ise, toplumsal ve küresel konjonktüre bağlı olarak içeriklerinde değişimler yaşanan ve şehir odaklılık anlayışıyla küresel ekonominin bir parçası olan, ölçeğiyle etkisini artıran bir sergi formatı çıkıyor karşımıza.
Ekonomik bağlam
Bienallerin en eskisi elbette, kökleri 1895’e dayanan ve 1907’den itibaren ulusal pavyonları ağırlayan Venedik Bienali. 2015’de 500 bin ziyaretçiye ev sahipliği yapan bienal bu yıl ise 103’ü ilk olmak üzere 120 sanatçıya kucak açıyor. New York Times verilerine göre, bu yılki bienal için verilen bütçe 13 milyon avroydu ki bu rakam yüzde 10 artırılmak zorunda kalındı.
Güncel tartışmalardan biri bienal ve sanat fuarı arasındaki ayrıma ilişkin. Bu keskin çizgi kimilerine göre -en azından eskisi kadar- keskin değil. Bienaller, sanat fuarlarından ayrı olarak ticari bir çıkara sahip değiller. Ancak bu noktada değişim yaratan birden fazla unsur var. Tartışmayı bundan yedi yıl önce açan isimlerden biri olan sanat tarihçisi Chin-tao Wu’nun Grove Art Online’da yayınlanan “Biennals and Art Fairs” isimli yazısına bakarsak bu unsurlardan biri karşımıza, 1980’lerden sonra bienallerin ve sanat fuarlarının sayılarındaki muazzam artış olarak çıkıyor. Uluslararası kimlikleriyle boy gösteren bienaller bu halleriyle, her ne kadar bağımsız olarak ayakta durabilseler de kurumsal bir yapıyı temsil ediyorlar. İkinci olarak bienallerin üstlendiği rollerin değişiminde çağdaş sanat dünyasının da küreselleşmeden nasibini alması ve şehir odaklı yapılarıyla yükselen bienallerin, ekonomi zincirinin önemli halkalarından biri olan turizme sağladıkları katkı bulunuyor.
Şehir odaklılık
Bienaller, şehir odaklılık meselesiyle olumlu ve olumsuz eleştiri oklarını üzerlerine topluyorlar. Wu’nun yorumuyla şehir odaklılık, bienallerin kültürel miraslardan faydalandığı bir yapı doğuruyor. Bu konuyu, ekonomik bağlam üzerinden okuyan isimlerden biri ise bugüne dek çok sayıda bienale küratörlük yapmış, Eindhoven’da yer alan Van Abbemuseum’un direktörü Charles Esche. Guardian’da Şubat ayında yayınlanan “A city’s art biennial can be like watching an army of curatorial truffle pigs” başlıklı yazıda Esche “locus effect” kavramından bahsediyor. Buna göre Esche bienallerin, şehrin kültürel kaynaklarını yeyip bitiren yapılar olabildiğini söylüyor. Bir diğer olumsuz yorum ise bienallerin, festivalcilik bakışıyla ele alınması üzerine.
Bu eleştirilerin karşısında yer alan cephenin temel önermeleri ise bienallerin şehirlere sağladığı katkılardan besleniyor. Bu fikre göre bienaller, şehirlerin daha geniş network’lerle bağ kurabilmelerini sağlıyor. Benzer şekilde Pekin’den Berlin’e, Tayvan’dan Sao Paulo’ya, Liverpool’a ve Sevilla’ya kadar tüm dünyada sayıları 300’e yaklaşan bienaller, bu enflasyon sayesinde uzak merkezlere gitmeden de çağdaş sanat performanslarını görme imkânı sunuyor ziyaretçilerine. Bahsi geçen makalede söz alan Biennial Foundation’dan sanat tarihçisi ve küratör Rafal Niemojewski ise “Bir bienal şehrinizi dünya haritasına yerleştirir, harika bir şehir pazarlaması yapar” diyor.
Küresel belirsizliklerin yansımaları: Ekonomi
Peki, bienallerin de bir parçası olduğu global sanat pazarı ne durumda? TEFAF’ın (The European Fine Art Foundation) her yıl yayınladığı Sanat Piyasası Raporu’nun 2017 versiyonu, pazarın globaldeki durum ve gidişatının fotoğrafını çekiyor. Genel anlamda yılın ilk yarısında, global çalkantı ve belirsizliklerden nasibini alan pazar, ikinci yarıda performansını artırdı. Raporun sonuçlarında 2016 “değişim yılı” olarak ele alınıyor. Buna göre dengeler, hem zevkler hem de satış kanallarındaki farklılıklar nedeniyle değişiyor. Küresel sanat pazarındaki satışlar ise 45 milyar doları bulmuş durumda.
Raporun önemli sonuçlarından biri de siyasi dengesizliklerin sanat piyasasına etkileri üzerine. Örneğin; araştırmaya katılan alıcıların yüzde 50’si Brexit’in, pazarda olumsuz etki yarattığını düşünüyor. Global alıcıların yüzde 55’i, ABD merkezli alıcıların yüzde 76’sı ise yeni ABD başkanının benzer şekilde kendi işleri üzerinde negatif etkiye yol açtığını belirtiyor.
Küresel belirsizliklerin yansımaları: İçerik
Rakamlar, küresel siyasi konjonktürün yükünü üzerine aladursun; bir yansıma da içerik kısmında. Politik içerikler bienaller için neredeyse kaçınılmaz olarak görülüyor, ancak pratikte karşımıza çıkan alternatif bir bakış yok mu? Var elbette. İçeriklerin politikleşmesi fikrine karşı, tam olarak “sanat için sanat” anlayışıyla sanat dünyasını selamlayan en güncel örnek “Viva Arte Viva” başlıklı 57’nci Venedik Bienali’nin küratörü Christine Macel. Öyle ki, New York Times muhabirlerinden Rachel Donadio Marcel’e, “Popülizmin yükselişi, ulusalcılığın geri dönüşü ve Avrupa ve ötesindeki siyasi hararet ve belirsizlikle çevrili Brexit ve Donald J. Trump’ın ABD Başkanı olduğu böyle zamanlarda bir bienal küratörü siyasetten uzaklaşıp ‘sanat için sanat’ anlayışına sırtını dayayabilir mi?” diye sorduğunda kendisi tam olarak “evet” yanıtını vermiş ve eklemişti: “Siyasetle çok ilgiliyim ancak sanat tamamıyla politik bir şeye dönüşmemeli. Bu işin sadece bir boyutu.”
İstanbul Bienali’ne dair
İstanbul Bienali; tüm bu tartışmaların, rakamların ve yaklaşımların neresinde? Öncelikle İstanbul Bienali’nin köklerinin 1987 yılına dayandığını ve zaman içinde uluslararası bir kimliğe büründüğünü söylemekte fayda var. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 2026’ya dek Koç Holding sponsorluğunda düzenlenecek olan İstanbul Bienali, bu yıl 15’inci kez 16 Eylül’de açtı kapılarını. Michael Elmgreen ve Ingar Dragset’in küratörlüğünü üstlendiği 15.İstanbul Bienali’nin bu seneki başlığı “İyi Bir Komşu”.
İstanbul Bienali, şehir odaklı bir yaklaşımla belki de Niemojewski’nin söylediği şeye “şehir pazarlaması” pratiğine uyum sağlayan bir örnek. Bu sene grafik tasarımcı Rupert Smyth’in farklı sanatçılarla birlikte hazırladığı açıkhava kampanyasının; İngiltere, Brezilya, Almanya ve ABD’de birçok kültür kurumuyla iş birliği içinde gerçekleştirilmesi buna bir örnek. Bir diğer örnek ise İstanbul Bienali’ne çağrı yapan afişlerin, Moskova ve Kuzey İrlanda’nın birçok şehrinde yer alması. Ek olarak bu yılki İstanbul Bienali, Newsweek dergisi tarafından “2017’de seyahat etmeye değer 5 sergi” arasında gösterildi ki bu, daha önce ele alınan “turizme katkı” başlığının altını dolduran ufak bir katkı sayılabilir.
2013’te 337 bin ziyaretçi ağırlayan İstanbul Bienali geçtiğimiz yıl bu sayıyı 545 bine yükseltti. Katılımcıların yüzde 30’unu gençlerin oluşturduğu bienalin konumuna ilişkin olarak genel kanı, kültürel sermayeyi beslediği ve Türkiye’nin tanıtım faaliyetlerinde önemli bir yeri olduğu yönünde. Son olarak bir önceki bienalin ardından değerlendirme yapan İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı’nın açıklamalarına kulak verelim: “Bienalin hem Türkiye’de hem de uluslararası medyada çok sayıda haberle yer alması ve önemli değerlendirme yazılarına konu olması, hem güncel sanatın ülke gündemine taşınmasına hem de güncel sanat alanında düşünce üretiminde aktif rol alan bir ülke olarak Türkiye’nin yurtdışındaki tanıtımına katkıda bulunabildiğimizi gösteriyor.”