MediaCat ve İstanbul Bilgi Üniversitesi işbirliğiyle birkaç yıl önce açılan Marka Okulu Yüksek Lisans Programı’nın ders başlıklarından biri olarak aşinayız CMO Perspektifi’ne.
Her hafta Pelin Özkan’ın dersine konuk olan, farklı sektörlerden lider markaların CMO’larının deneyimlerini öğrencilerle paylaştığı bu dersten yola çıkarak MediaCat’e CMO Perspektifi adlı bir köşe ekledik. Her ay farklı markaların CMO’larını konuk ettiğimiz bu köşenin McDonald’s Türkiye CMO’su Bora Tanrıkulu, P&G Türkiye ve Kafkasya Bölgesi Markalar Direktörü Onur Yaprak, Uludağ İçecek Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Murat Zengin, Pazarlama Direktörü Erdem Aksakal ve Vodafone Türkiye Pazarlama Direktörü Fatih Uysal’ın ardından son konuğu Nef İcra Kurulu Üyesi ve Satış ve Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Selçuk Çelik.
Neden daha iyi olmasın?
İnsanlığın en temel ihtiyaçlarından barınma ihtiyacını karşılayan gayrimenkul sektörü, modern insanlık tarihi kadar eski. Peki, dünyanın en eski sektörlerinden olan gayrimenkulde uluslararası marka deyince aklınıza gelen bir isim var mı? Eğer varsa, aklınızdan geçen isimlerin sadece birkaç ülkede ya da kısıtlı bir bölgede faaliyet gösterdiğini fark ettiniz mi?
Ancak uluslararası marka olmanın tanımı en az 40 ülkede faaliyette bulunmak ve sektöründe ilk beş içerisinde yer almaksa, maalesef gayrimenkul sektörü buna oldukça uzak. Gayrimenkul sektörünün markalaşma serüveni maalesef çok sıkıcı ve kısa.
Sektör statik, tartışmayı sevmiyor
Bunun en büyük sebeplerinden biri ise inşaat ve gayrimenkul sektörünün endüstri devrimini yaşamamış ve bu devrimin etkilerini içselleştirememiş olması. Bu nedenle 100 yılı aşkın süredir üretim yöntemi ve ürün çok fazla değişikliğe uğramamış. Belki hazır beton benzeri birkaç gelişme olmuş ama hâlâ daha bir inşaatı yapmak için insan gücü, tuğlalar, çimento, çelik unsurlar ve benzeri malzeme bir alanda bir araya getiriliyor. Üretimin yüzde 83’ü “on-site” yani alanda olurken sadece yüzde 17’si “off-site” yani inşaat alanı dışında yapılıp getirilerek monte ediliyor. Süreçlerin tasarlanması, modelleme gibi endüstri mühendisliğinin alanına girecek uygulamalar yok denecek kadar az. Sektör statik, tartışmayı sevmiyor.
Diğer yandan ürün de tanımı da yüzyıllardır aynı. Ev demek birkaç oda, bir salon yapıdan ibaret. Çoğumuz bir kere alıyor ve kullandığınız süre boyunca üründe estetik dokunuşlar dışında değişiklikler yapamıyoruz. Buna karşın zaman içinde ihtiyaçlarımız değişiyor. Evleniyorsunuz, çocuklarınız oluyor… Ürün ise standart, kısıtlı, ölçeklenebilir değil ve satın alırken kişiselleştirme imkânı neredeyse yok gibi.
Ancak tüm bu statik gibi görünen sektör ve ürün aslında tahmin edilenin aksine değiştirebilir. Uluslararası marka olmak da buna cesaret etmekten geçiyor. Yani endüstrinin ve mülkiyetin katı tanımlarını sorgularken, diğer yandan hem pratik bir yaklaşımla daha fazlasının mümkün olabileceği bir dünya ortaya koymaktan başlıyor her şey.
Nef’in DNA’sı
Her şeyden önce mülkiyet kavramını sorgulamak gerekiyor. Mülkiyeti bir aidiyet olarak görürseniz sınırlı kalırsınız; mülkiyet bir histir, eğer bir yerin size ait olduğunu hissederseniz, isterseniz dünyanın diğer ucunda olsun o yer sizindir. Bu anlayıştan yola çıkarak ise ürünü yeniden düşünmeli. İnovasyon Nef’in DNA’sı. Gelişimden ve değişimden bu kadar kaçınılan bir sektörde 16 patent ve faydalı modelimizin olması da Nef’in farklılığı.
Ancak hedefiniz vazgeçilmez bir marka olmaksa bambaşka bir bakış açsıyla temel ihtiyaçların ötesine geçmeniz ve duygulara hitap etmeniz gerekiyor. Biz de Nef’te yola, insanların hayatını iyileştirme amacıyla çıktık. Hayat geçirdiğimiz mekânlarla insanlar ile duygusal bir bağ kurduk. Onları hem dinledik hem de şaşırttık. Modern yaşam alanlarının demokratikleşmesini, herkesin hayallerine ulaşmasını hedefledik.
Endüstrinin yüzyılları aşan uygulamalarına meydan okumamızın, dünyanın en iyi tasarımcılarını İstanbul’un mütevazı semtlerindeki projelere özel ürün ürettirmeye ikna etmemizin, Amerika’nın en büyük geliştiricileriyle iş ortaklıkları konuşmamızın temelinde sadece “tutku” olarak tabir edebileceğimiz bir duygu değil, aşk olarak tanımlayacağımız ve içinde birçok duyguyu harmanlayan bir yaklaşım yatıyor. İşte bu aşk bizi dört yılda pazarın tepesine oturttu.
Nef, nefesten gelir. Nefes bir borçtur, aldığınız kadar verirsiniz. Nef de dert ile dertlenerek, her sene dağıtılabilir kârının yarıdan fazlasını sosyal sorumluluk projelerine harcayarak, bu topluma olan borcunu ödüyor. Yola çıktığımız ilk günden bu yana hep şunu soruyoruz: Eğer aldığımız her nefes bir mucizeyse, neden her seferinde farklı bir mucize olmasın, neden hep daha iyisi olmasın?